30 Aralık 2010 Perşembe

-KORO-


Hüzün, sinir, öfke, sitem benzeri bir sürü duyguyu aynı anda yaşamama sebep film!
Eğitimci olmayı istemeyip, eğitimci olan kusura bakmayın ama aptal, giyinip kuşanıp, burun kıllarını kesmekten başka hiç bir şeyden anlamayan bir müdürün diktatörlüğündeki sevimli çocukların dramatik öyküsü.
 İzlerken 'Ya nasıl olur?' 'Bu yapılır mı?' 'Bu ne işe yarar ki, azdırmaktan başka!' cümlelerini sık sık tekrarladım doğrusu.
'Aksiyon-reaksiyon' muş ilkeleri peh! Aksiyon olumsuz olduğu sürece reaksiyon hiçbir zaman olumluya dönmez, neden dönsün ki?
 Bir çocuk yaramaz doğmaz(hiperaktivite vs. başka bir olay)!
Bir çocuk aptal doğmaz, mutlaka geliştirilecek bir yönü vardır, matematikten ya da fizikten anlamak zorunda değil!
Bir çocuk cevherdir, keşfedebilene!
Bu duyguların üstüne, bir izleyin de düşünün derim, hepiniz öğretmen olmayacaksınız belki ama çoğunuz bir anne ya da baba olacaksınız ya da öylesiniz.
İyi seyirler ola.
Keşfedilecek cevherlerimiz çok:)


Bu da bir fotoğrafsever olarak, en beğendiğim sahne.

Kalem aşkı.


Kalemlerle aram iyi,
hele rengarenk stabilolarla çok iyi,
rengarenk demişken,
renkleri severim, ama lacivertin yeri ayrı :)
   

Bir Zarfa Ne Kadar Mutluluk Sığar?

    Mektup.
    Bazı konularda 'geri kafalı' denilmesine hiç aldırış etmediğim gibi bu konuda da aynı soğukkanlılıktayım. 'Artık mektup mu kaldı.' cümlelerine inat, mektup yazmak inanılmaz derece anlamlı ve eğlenceli benim için.
    Mektup, duyguların en saf haliyle kağıda döküldüğü ana şahit,
    Mektup, 40 yıl sonra bile seni mutlu edebilecek vefaya sahip,
    Mektup, kilometrelerce ötedekiyle aranda patika.
    Mektup, çok şey vesselam :)

     Karakterlere sığdırılmaya çalışan 'sms'lerle, 'mektup' nasıl karşılaştırılabilir ki? Mektuptaki harfin şekli, yazının düzeni, düzensizliği bile çok şey anlatır karşıdakine, oysa mekanikleşmiş karakterler öyle mi?
    Ortaokuldayken, en yakın arkadaşımla(nam-ı diğer Kankim:)  mektuplaşırdık, ne hoş olurdu. Ve her bir mektupta bir süpriz olmalıydı. Bu konuda benim işim kolaydı, O'nun çok sevdiği bir sanatçı vardı, onun posterlerini  gözetlerdim, alırdım süpriz olurdu, ama kankim çok zorlanırdı. Benim 'Ben bu sanatçıya hayyyraanım yahu!' dediğim biri hiç olmadığı için sevmediklerimle beni kızdırırdı, işte böyle masum, eğlenceli, duygulu şeydir mektup.
  
  'Mektup' konulu yazıyı yazmana ilham nedir derseniz...
  Hayatımda beni en çok duygulandıran mektuplardan birini aldım dün. Kimden biliyor musunuz hem de, erkek kardeşimden. Sizi, benim arkadaşlarımı şaşırttığı kadar şaşırttı mı bilmem ama beni sınav stres, sıkıntı benzeri şeylerin arasında duygulandırdığı kadar, 32 diş sırıtmama da vesile oldu. Yaklaşık 7 yıldır ailemden uzakta yaşıyorum, ama kardeşimin eve gidişlerimde orda olmasıyla, benimle aynı anda onun da uzakta olması ya da aynı anda eve gitmemiz ya da daha da hüzünlüsü, bazen gittiğimde evde olmaması hiç aynı özlem değilmiş şaşırarak anlıyorum bunu bu yıl.
   ...
   Ve ben bir mektup zarfına neler sığabilirmiş dün öğrendim!
   Bir mektup zafı o kadar genişmiş ki, kocaman bir tebessüm, tarif edilemez duygular ve kucak dolusu mutluluk sığarmış.

   'Mektup'suz kalmayın derim.

25 Aralık 2010 Cumartesi

Başlıyorum, Öyleyse Mutluyum!

        Başlangıca dair herşeyi seviyorum! Bu ne demek şimdi?
        Düşünüyorum da; hayatımızda bitişler ve sonrasındaki başlangıçlar olmasaydı, hayat ne yavan, ne sıkıcı ve ne yorucu olurdu diyorum.Aynı işle, durumla belki de kısmen insanla, aynı şekilde uğraşmaya sebat etmek zor iş.
        Okul hayatımız bir başlayıp belirli aralıklarla hep aynı şekilde ve çevrede devam etseydi, ya da ay, yıl gibi kavramlar olmayıp zaman yenilenmeden akıp gitseydi, yaşadığın yer değiştirilmeseydi vs. (tuhaf geliyor insana) ama  olabilirdi, iyi  ki değil! :) Şükür sebebi! Elhamdülillah :)
        Her dönemin başında olan cıvıl cıvıl 'mutluluk ve umudumun' dönemin sonuna doğru son demlerini yaşayıp, hatta tüketmesine ramak kaldığını hissettiğimde anladım başlangıçlara olan sevgimi. [ Bu her zaman olmayan umut anlarında ne kadar 'şükür' gerekiyorsa, şuan benim yaşadığım gibi umudun son demlerinde de 'sabır' gerekiyor, zor olan bu 'sabrı koruma' evresini tamamladığımda herşeyin yenileceğine O'nun izniyle emin olabilmek güzel duygu. ]
       Başlangıçlar diyordum, ve sonrasında yeni şeyler.. 
       'Tebdil-i mekanda rahatlık vardır.' derler ya, her odamın şeklini değiştirdiğimde bu rahatlığı hissediyorum hakikaten. Hayatıma kattığım ya da çıkardığım ya da farklılaştırdığım en ufak bir şeyle deli gibi mutlu olabilirim, ben buna DD( değişiklik delisi) teşhisini koydum, siz ne dersiniz bilmem.
         Eveet, yakınlarda YENİ bir yıla başlayacağız :) Eski takvimi atıp, yeni bir takvime bakacak olmak duygusunun verdiği mutlulukla yaşıyorum şu sıralar. Aklıma ne geldi, hadi tahmin et bakalım? Tabi ki Sertab Erener'in 'yeni bir 'Kendime yeni bir ben lazım' şarkısı  :)
        
          Yeni'likler hiç eksik olmasın hayatımızdan inşallah, iyi ki başlangıçlar var! =)
 

24 Aralık 2010 Cuma

Güçsüzüm, Gücümsün!

    "Bir Sen duydun beni Ey Rabb'im!
     Sırrımı bir Sen bildin!
     Kendimi lüzumsuz hissederken seccadenin üzerinde, dudağım anlamına yetişemediğim kelimeler için oynarken,
     Sen beni söylediğimden fazlasıyla duydun,
     Söyleyemediğimi de, dile getiremediğimi de bildin!
     Ruhumu alıp uzaklara gittiğim halde, bir bedenimi bıraktığım halde huzurunda
     Kovmadın beni, yakınlığında tuttun.." -Senai Demirci/Kıl Beni Ey Namaz-

     Şimdi, yalvarıyorum Sana Rabb'im; yakınından uzağa adım atacak gücü al benden! Her daim, Sana atılacak adımlar için güç ver bana, güç ver ki Senin verdiğin güç olmadan, ben güçsüz ,aciz bir kulum karşında, güç ver ki sadece Senin verdiğin güce muhatacım ben..
     Verdiğin güçle hep hayra atılan adımları takip edebilmek duasıyla..
     Verdiğin güçle Hal'imiz Cuma ola, Hal'imiz hayır ola inşallah.

21 Aralık 2010 Salı

İşte Ben Bu'yum!


Pek çok şey tek bir anlık keyif ve yaşam boyu utanç 

sebebidir; oysa fotoğraf tek bir anlık utanç ve yaşam boyu 

keyfi getirir. 

I like Photography ♥

Yol Arkadaşım 'Teknoloji'


 Farkettim de..
..teknoloji hızla ilerleyerek hayatımızın ücralarına ulaşmayı başarıyor. ‘Kendini dinleme’ seansları diye adlandırdığım, kendinle baş başa kalıp hayattan soyutlanıp sadece düşünerek geçirdiğimiz vakitler azalıyor gün geçtikçe sanki.
   Güzel örneklerinden biri ‘yolculuklar‘dır benim gözümde. Geçen gün yolculuk yaparken farkına vardığım, hissettiğim duygulardan ibaret yazacaklarım. Yolculuklar önemlidir aslında, ne çok şey yazılmıştır yolculuğa dair. Nedir ki bunun sebebi? Yolculuklarda yol arkadaşınız yoksa kendi kendinizin yol arkadaşı olurdunuz ve bu anlar..
 * yeni kararlar aldığınız,
 * bazen pişmanlıklarınızı hissettiğiniz,
 * kimi zaman huzuru, kimi zaman hüzünü hissettiğiniz,
bir anlamda kendinizi kendinize itiraf ettiğiniz anlardır.
   ama..
  artık önceden olduğu gibi tek bir film konulup beğenirsen izle, beğenmezsen kitabını oku ya da kendi kendinle kal durumu yok.(kimi buna ohh ne güzel dese de ben diyemiyorum) Artık önünde bir ekran ve bir sürü seçenek var, ve bu durumda çıkarıp kitabını okuyan ve ya düşüncelere dalıp güzel kararlar alabilen insanları kutluyorum.
   Bazılarının ‘geri kafalı bu da ya!’ dediğini duyar gibiyim. De! Olabilir çünkü. Ama bazıları diyorsa ki; ‘ee madem sevmiyorsun teknolojiyi blog da ne oluyor?’ ‘İtirazım var!’ derim, çünkü ben teknolojiyi hayatımızdan çıkaralım demiyorum..
  Ben biz teknolaşmayalım, teknolojiyi bizselleştirelim diyorum.
  İyi mi diyorum, kötü mü diyorum kim bilir? :) 

'BoşBank'


Ne çok şey anlatır boş bir bank...

Yakaladım O'nun Güzelliğinin Resmini.

Kendini Tanıyamama Hali.

..gelir bazen insana.
  Tuhaf bir haldir doğrusu. Ciddi ciddi sen değilsindir,  o halde yaşanan olaylara o tuhaf tepkileri veren. 
   Sevdiğin insanlar yadırgar bu halini, onlara kasten yaptığın bir şey sanıp üzülürler, anlam veremezler, öyle değildir aslında. Ama anlatamazsın içinde bulunduğun ruh halini, tarifi zordur, hatta imkansız. Umursamaz görünürsün, gücün yoktur halini anlatmaya, ama aslında umursarsın, hem de çok umursarsın birileri üzüldükçe bu halin katlanır durur.
    İnandığın şeyler, severek yaptığın şeyler dahi ‘sen olmayan sana’ anlamsız gelir. 
   Ama..
   Sanırım bazen bu haller olmalı. Bu halin bittiği an herşeyin anlamı ve değerinin arttığı belki de eski halinden bile daha çok hissedildiği andır. Ve bu halden kurtulmak için verilen çabanın O’nun tarafından cevaplandırıldığını hissettiğin ve şükür duygularının en iyi hissedildiği andır.
  Hal’im Cuma deyip O’na yönelme vakti.
  Hal’iniz Cuma ola, Hal’iniz güzel ola.

Woswos Çok Severim Ben!

Neye Teslimiyet?

   Aliya İzzetbegoviç’in kitabını okurken gözüme ilişen satırlardan sonra düşündüm de haklı aslında. Bir arkadaşının ‘ideal’ müslümanı tasvir edişin, eleştirmiş yazar. Şöyle tasvir ediyormuş : ” Her türlü kötülükten sakınan, sokakta dövüşmeyen, kovboy filmleri izlemeyen(onun yerine müzik okuluna giden), futbol oynamayan(çünkü bu spor çok fazla serttir), uzun saçı olmayan, kızlarla gezmeyen(“zamanı gelince ana ve babası onu evlendirir”) bir çocuğu tasvir etmektedir. O asla bağırmaz, ses, hiçbir yerde duyulmaz, o her zaman her yerde teşekkür eder ve özür diler. Hakkını yiyorlar, o susuyor, şamar vuruyorlar o karşılık vermiyor. “ 
    Evet, İslamı çağ dışı, zayıf gösterenler ne yazık ki yine onu temsil etmeye çalışan bizleriz aslında. Biz ona karşı saldırılarkarşısındaki zayıf halimizle, onu da zayıf hale getiriyoruz. Her yerde, herşeye hoşgörü diye bir şey olmamalı, olamaz da, insan değerlerini savunmadıkça, değersizleşmeye başlar. Ve bu noktadan sonra benimsediği şeyin doğruluğundan şüphe ve beraberinde kötü teslimiyet gelir. Bugün de durum böyle değil mi? Senin değerlerine laf atılıyor, sen ‘hoşgörü’ deyip susacakmısın? Ama susuyoruz, sahiplendiğimiz şey utanılacak birşeymişcesine. Savunduğu değerlerin doğruluğuna inanan ve onunla övünen bir müslüman kimliğine ihtiyacımız var. Bu demek değildir ki, seninle aynı şeyi düşünmeyene bağır, çağır. Bahsetmek istediğim, hoşgörüsüzlük falan değil, yanlış anlaşılmasın. Bahsettiğim şey, seninle aynı görüşü savunmayan nasıl seninle düşüncelerini paylaşıyorsa, sen de düşündüğü şeyin kötü bir şey olmadığından emin biri olarak bunu anlatabilir, ya da savunuabilirsin ( ben buna hoşgörüsüzlük demiyorum, siz ne dersiniz bilmem :) Kur’an da mücadele etmeyi öğütlerken bizdeki bu ‘herşeye’ teslimiyetin sebebi ne ola? Teslimiyetimiz sadece O’na olmalı.
    Bu konunun aslında ince bir çizgi olduğunu düşünüyorum. Bazen bahsettiğim şeyin çok aşıldığını da görüyorum ve bunun da benimsediğin değerlerin farkında olmamak olduğunu düşünüyorum. Bazı ‘hakiki’ müslüman olduklarını düşünen insanlar var,bunların her konuda benimsedikleri bazı düşünceler var ve bu düşünceler dışına çıkanlara tabiri caizse afaroz edercesine davranıyorlar ve hakikaten ‘fazla’ konuşuyorlar. Benim anlatmak istediğimle bunun bir alakası yok tabi ki.

Dün dünle gitti cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım (",)

Geri Dönüştürmece

 
 İşte bunu çok seviyorum! Eski, biçimsiz ne varsa alıyorsun, kaplıyorsun, tatlanıyorsun yine garafon kağıtları arkadaşım.
Bu kuzenime..

Bu da banaaa!

Kumaş boyasıyla t-shit boyama işini çok sevdim ben, yeni dizaynlarla buluşmak dileğiyle.

***Herşeylerim Dedikleriniz

  Siz kime ‘herşeyim’ dersiniz? Ben ‘ailem‘e derim sadece ve ailem dahilinde görebildiğim birkaç kişiye. Kişin hayatında ailenin etkisinin çok önemli bir sıralamada yer aldığını düşünenlerdenim. Bazıları bu konuda bana katılmasa da be ısrarla çok önemli olduğunu savunmaya devam edeceğim. Gördüklerim ve bildiklerim de bunu bana kanıtlar derecede. Bu tabi ki aile düzeni bozuk olan kişi tamamen bozuk bir insan ya da ailesi mükemmel biri tamamen hatasız bir insan olacak anlamına gelmiyor, olamaz da zaten. İnsanın yaşamını, kişiliğini etkileyen bir çok faktör var ama bazen şunu hissediyorum: O an etrafındakiler ne derse desin, ne yaparsa yapsın sen onun ailende kabullenmediysen onlara karşı bir sorumluluktan ötürü vicdan azabı duyabiliyorsun, ve sadece ‘herşeylerim’ bunu istemez deyip vazgeçebiliyorsun. Bu hep böyle olup tüm kötülüklerden korunuyorsun da değil tabi, insanın kendi kurallarını da oturtması lazım o ayrı birşey. Ama aile bağları kuvvetli olmayan kişilerin de daha düşünmeden hareket ettiğini gördüğümü söylemeden edemeyeceğim. Velhasılı kelam, benim ailem bana göre tabi ki en güzeli <3 Onların sevgisi tüm kötülüklerden korur beni belki ama sınırımız tabi ki kendimizin bazı şeyleri düşünerek çizdiği sınırlar olmalı.
   Ailenizin sevgisine layık olasınız :)

   Uzun zamandır aradığım karton kapaklı, çizgisiz güzel defteri aldım sonunda. Ne kadar abartmışım yaa. Ama ona güzel şeyler yazacağım :) Tabi ki kapağını beğenmedim ve beğenebileceğim hale getirdim! Bunu seviyorumm :) 
  Bi de bu ara grafon kağıtlara sardım ya, herşeye pek bir yakıştılar :)

Bir aralık günü.


susmak için yazıyorum bu sefer.

Vakit Cuma'dır.

  Cuma günleri…Huzur veriyor insana. Kıymeti bilinmeli diye ısrarla söylüyorum, yine söyleyeceğim. O’na yakınlık için fırsat mı arıyorsun, bugün her zamankinden daha da yakın olabilirsin! Cuma günleri cuma günüyle ilgili hadis arıyorum bazen ama ne gerek var ki öyle olmasına, Cuma’nın kıymetini bilmek demek, O(s.a.v)’in her söylediğini yapmak demek değil mi zaten öyleyse bir tane seçelim : “Edebsizlik ve çirkin söz girdiği şeyi çirkinleştirir. Haya ise girdiği şeyi güzelleştirir.”  
   Hayırlı cumalar ola!

Şimdi Veda Vaktidir.

  Evde bir hüzün havası hakim. Kardeşcim gidiyor, hem de ilk defa gidiyor kolay mı? Bu hüznü yaşatan hep ben oldum şimdiye kadar, artık benimkine alışmıştık da, bu birazcık daha zor olcak sanırım, ikimiz birden gideceğiz. Biraz nostalji yapayım dedim, kardeşimle eski günleri hatırlayınca ne kadar çok kavga ederdik diye düşünmeden edemiyorum :) ama öyleydi.. O zamanlar bir gün gelecek bu küçük yaramaz büyüyecek de üniversiteye gidecek aklımın ucundan geçmezdi heralde. İtiraf ediyorum ilk senesinde kazanamayacağını bile düşünüyordum o zamanlardan, ama o bizi şaşırttı ve güzel de bir yere gidiyor :) Kardeşceğizim, kutluyorum seni! Hadi yolun açık ola..
   Bursa’ya gidiyoruz yarın inşallah yerleştirmeye. Bursa da güzel şehir vesselam! Seviyorum birkaç gitme fırsatım olmasına rağmen. Yaşanılası yer diye düşünüyorum doğrusu. Havasında bir güzellik var diyorum da bazıları gülüyor :) Neyse bir daha gidip görelim bakalım. 

  Hayırlı yolculuklar bana, 'hoşça'kalın.

İyi ki Doğdunuz Siz!

Yavrucuklarım (",)
Bugün önemli bir gün! Neden mi?
Çünküüüü:
Bugün benim yavrucuk’larımın, Düzce’ye geldiğimdeki evimden sonra ikinci evimin sahiplerinin, sırdaşlarımın, yoldaşlarımın, bazen dert ortaklarım bazen çocuğum tadında halleriyle bebeklerimin …. daha da sayabilirim ama burada gerek yok işte, bu kadarıyla da ne kadar değerli olduğunu anlayabileceğiniz değerli kişilikler ‘in doğumunlarının 16.yıldönümü :) baya da büyüdüler artık canım, yaşlandığımı hissettim şimdi :) 
Rabb’im onlara hayırlı yaşlar nasip etsin inşallah!


Canlarım duyun sesimi!Çok severim sizi ben bilesiniz!


Ve onlara ellerimle yaptığım t-shirtleri :)
                  

Boş Vakit Derken?

  Bugün bir tv programı izlerken sunucunun ‘boş vakit’ kavramının yanlışlığından bahsettiği dikkatimi çekti, dinledim, beğendim, paylaşmak istedim:
 ’Allah bizi üç şeyden hesaba çekeceğini belirtiyor, bunlar akıl, vahiy ve vakittir. O bizi vakitten dolayı hesaba çekeceğini söylerken bize nasıl ‘boş vakit’ verir. ‘Boş vakit’ yoktur, bize değerlendirmek üzere verilen vakit vardır. Bu kavram bize çok yerleşmiş, fakat boş vakit diye geçirilen zamanın bize geri verileceği teminatı mı var da bu kadar rahat bu zamanı harcayabiliyoruz.’ diyordu. Hayran kaldım ve düşünmeye başladım. Hakikaten ‘boş vakit’ diyeceğimiz bir zamanımız olmamalı, dinlenmek için ayırdığımız zaman olabilir, konuşmak, paylaşmak için ayırdığımız vakit olabilir ama boş vaktimde kitap okurum diye bir zihniyetimiz olmamalı, vakti kitap okumak için kullanmak diye bir zihniyetimiz olmalı ki, içinde bir şey olmadan geçirilen vaktimiz kalmasın.

Ramazan Notları -3-

   Ramazan’ı uğurlarken…
   Hiç bitsin istemiyorum Ramazan, doyamadım desem yeri midir bilmiyorum. Ramazan atmosferinde her şey bana güzel. Bazı durumları daha kolay, abartmadan atlattığımı hissediyorum sanki, insanların daha masumlaştığını, TV programlarında ruhuma hitap eden şeyler bulabildiğimi, huzuru hissettiğimi hissediyorum. Ama Ramazan’ın bitmesi bunların da biteceği anlamına gelmemeli sanıyorum, belki de maharet burada başlıyor. Her şey, herkes müsait olmadan da o atmosferi yakalamak düsturumuz olmalı. Bitiyor derken de son 10 gününe girdiğimizi farkediyorum. Ve peygamber efendimizin “Siz Kadir gecesini Ramazan’in son on günü içerisindeki tek rakamli gecelerde arayiniz.”sözü aklıma geliyor. O bin aydan daha hayırlı olan geceyi, Kur’an-ı Kerim’in indirilmeye başlandığı geceyi arama çabalarımız başlamalı diyorum. Bu arada bu yıl Kur’an-ı Kerim’in indirilmesinin 1400. yıl dönümü, bunu da hatırlatmış olayım. Peygamber efendimiz bu gece hakkında diyor ki: “Kim Kadir Gecesi’nde inanarak, ihlas ile o geceyi ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır.” O halde Ramazandaki şimdiye kadar yaptıklarımızdan daha fazla dua etmeli. Geçen internette bir kişinin ‘Bu müslüman kesimi anlamıyorum, kandil gecelerinde günahların affedileceğini söyleyip duruyorlar, hani islamda ‘günah çıkarma’ yoktu?’ yazdığını gördüm, acı bir tebessüm belirdi yüzümde. İslamı anlamayanların atıp tutmakta üstlerine yok! ‘Günah çıkarma’ ile ‘tevbe etme’ arasındaki fark anlaşılmıyor ve böyle söylemler ortaya çıkıyor sonrasında. Tabi ki tevbe etmek sadece bu günlere özgü olmamalı, böyle olduğunda islamı anlamayanların o söylemleri de haklı olabilir; fakat böyle geceler bize hediye edilmiş gibi düşünebiliriz. Rabb’im o kadar merhametli ki, bize hep fırsatlar sunuyor. Normal bir zamanda tevbeleriniz kabul etmem demiyor, ama bazı zamanları fırsat olarak sunmuş ve kabul edeceğini açıkça bildirmiştir. Biz de bu durumda şükretmeliyiz sanıyorum.
    Bol dualı Kadir gecesi/leri duasıyla.

20 Yaş Sendromu.

  Şu dünyada 20 yıldır yaşıyormuşum, yeni farkına vardım :) Yaklaşık yarısı bilinçsiz, lay lay lom geçen yıllar, klanı ise birşeyler yapılması gereken yıllardı. ‘Acaba 20 yılı nasıl geçirdim?’ sorgulamasını yapma zamanı sanırım. Bazen insanın böyle sorgulamalar yapması gelecek adına güzel bir adım oluyor; pişmanlıkların farkına varmak ya da güzel yaptıklarını daha da ilerletmek adına. Tabi ‘Nasıl geçti?’ sorusuna verdiğimiz cevap da göreceli aslında. Kimisi için güzel ‘gençliğini yaşamak’, eğlenmek iken, kimisi için mükemmel başarılar elde etmek, kimisi için ise O’nun rızası çerçevesinde yaşamak vb. olabilir. Benim için ne mi? Benim için olanı boşverelim de şimdi herkes kendi sorgulamasında, kendi doğrularına göre geçirip geçirmediğini kontrol etsin bakalım. Zaten hayatı tamamen doğru yaşamak mümkün değil tabi ki. Böyle olsaydı tazelenemezdik diye düşünüyorum, hatalarımız çok büyük olmadığı müddetçe bizi tazeliyor kimi zaman. Eğer hatasız olduğumuz düşünüp seviniyorsak, en büyük hatayı o an yapıyoruz diye düşünüyorum. Çünkü yanlışlarımız pişmanlıkları, pişmanlıklar da yenilikleri ve doğru kararları getiriyor ardında. Bir şair ‘Hatasız kul olmaz.Hata olmadan kul kendini bulamaz.’ diyor. Konuyu yine çok fazla saptırmayayım, hata işleyin demek değil tabi tüm bu söylediklerim ama küçük hatalarımız bizi daha iyiye götürmeli diyorum.

     Bir de 18 yaş bana çok da bir şey gibi gelmemişti ama 20, koskoca 20 diyorum nedense :) Küçükken 20li yaşlar çok uzak ve büyük gelirdi ama o da geldi, çok büyüdüm sanki! Hep derler ya 20den sonrası çok çabuk geçer diye ondan korkuyorum sanırım, ki bana 20 yıl bile çok çabuk gibi geliyor. Neyse bunlara çok da takılmamalı :) Hayatı kendi ‘güzel’imize göre yaşamaya çalışmalı, dönüm noktaları güzel başlangıçlara sebep olmalı diyorum ve ‘güzellik’ler hep bizimle olsun inşallah diyerek sonlandırıyorum :)

Kim bilir kaç kez kendime yakalandım, kendimden kaçarken.


                          

20 Aralık 2010 Pazartesi

Sahiplenme, Teslim Ol!

   Dün Dövüş Klubü filmini izlerken şu replik dikkatimi çekti: ‘Sadece her şeyi kaybettikten sonra özgür kalabilirsin.’ diyordu Taylor. Düşündüm de gerçekten öyle değil mi? Çok fazla sahipleniyoruz hayatı, bu yüzden oluruna bırakmak da zorlaşıyor ve acı çekiyoruz. Çünkü kaybetme fobimiz var!Can Dündar’ın da dediği gibi ‘Hem hiçbir şeyin olmazsa kaybetmekten de korkmazsın.’ Herşeye sahibiz ve korkuyoruz. Evimizi, eşyalarımızı sahipleniyoruz, markalara takılıyoruz ve onlarca para verdiğimiz için kaybetme korkumuz daha da artıyor. İnsanları sahipleniyoruz, paylaşmıyoruz, bunlara takılarak anı yaşayamıyoruz. Bakın insanların sevdikleri birinin ölümünden sonraki hallerine, sahiplendiğini kaybetmenin acısı, kendine üzülüyür o kişi. Çünkü sevdiği zaten öldü, sevdiğine bir şey olacak diye bir üzüntü değil, ben ‘onsuz’ ne yaparım üzüntüsü, oysa sevdiğinin O’na döndüğünü düşünse sevinmeli bu noktada ve hayatına devam etmeli. Tıpkı Hz.Mevlana’nın ölümü düğün gecesi ilan etmesi gibi. Kendimizi sahipleniyoruz, vücudumuzu. Unuttuk mu yoksa, o bile bizim değil, O’na ait! Her şey O’na ait değil mi aslında, sanırım bu noktada çok düşünmediğimizden bu derece sahiplenmemiz ve ait olma isteğimiz. Hz.İbrahim’in Bakara süresindeki cümlesi aklıma geliyor burda ‘Teslim oldum Rabb’ine alemlerin’! Herşey O’nun mülkünde diyorsak, bırakın mülkü sahibine, teslim olalım! İşte o zaman örgürleşeceğimiz anı mutlulukla izleyeceğiz.

     Sahiplenmeyeceksin, teslim olacaksın alemlerin SAHİBİNE!

Susmak Gerek Bazen.

‘Kelimeler şu an kocaman birer yalan
 Konuşurusam seni yakar
 Susarsam kendime katlanamam.’ 
diyor bir şair. Bazen insan susmakla konuşmak arasında inanılmaz gel-gitler   yaşıyor hakikaten. Ama nedense susmam gerektiğinde hep bunu başaramadığımı düşünüyorum, kendime katlanamadığımdan olsa gerek, belki de sabırsızlığımdan bilemiyorum!Ama susmalı bazen, haklıysan susmalı, seviyorsan susmalı, unutmak istiyorsan susmalı, susmalı ama sustuklarımızda kendi içimizde de susturumazsak kendimizi de yakabiliriz, dikkat! Susturmalı da aynı zamanda. Ve O’na yönelmeli her şeyi susturup! İşte o zaman gerçek mutluluk.
    Susabilip,içimizdekileri de susturabilmek duasıyla.

Derdimi Seviyorum:)

    Hz.Mevlana  ’Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş.’ demiş, ne güzel söylemiş. Ben de bu sözü hep kendime söyleyip, yol göstericim yapmak istemişimdir.Bugünlerde fark ediyorum da,sanki isteğim biraz oluyor gibi mi ne? Derdim beni O’na doğru itiyor sanki(tabir-i caizse)! Böyle olduğunu düşünmek derdimi sevdiriyor bana.
     Sana ulaştıracak derdi başımdan eksik etme, amin =)

Şimdi Vefa Vaktidir!

   Üç yılın ardından tekrar Ankara yolu gözüktü bana sanırım. Arkadaşlara vefa borcumu ödeme zamanı mı desek, ne desek bilemedim ama gidiyorum..   Ben de sanırım sevgili Yahya Kemal amcamıza katılıp, “Ankara’nın en güzel yanı İstanbul’a dönüşüdür.” diyenlerdenim. Üç yılımı Ankara’da geçirmiş olmam inanın bu fikrimi hiç değiştirmedi :) Ben böyle ısrarla Ankara’yı sevmiyorum deyince Ankara’lı arkadaşlarım kızıyor bana ama şşşt duymasınlar. Şunu farkettim Ankara’yı oralı olmayanlar ya da en azından daha yeşillik yerlerde yaşayanlar ne kadar sevmiyorsa, oralı arkadaşlarım da bir o kadar seviyor(tabi bu genellemeyi arkadaşlarıma bakarak yapıyorum).Tabi memleket sevilmez mi, onlara da hak veriyorum. Bana gelince, Ankara’yı neden mi sevmiyorum? En başta ‘yeşil’ değil, giderken Bolu’ya kadar herşey güzel, Bolu’yu geçince yolculuk sıkıntısı başlıyor, yeşil bitiyor da ondan, sarı sarı tarlalar..İkinci olarak denizi yok, başkanlar her ne kadar yapay şelale, göllerle bunu kapatmaya uğraşsalar da olmuyor başkanım :) Son olarak da, çok resmi! Ama aile olarak yaşanılası bir yer olabilir tabi, bu sakinliğiyle deyip iyi yönlerinden de bahsedeyim de, karşıma Ankarasever’leri almayayım :) Bir  de Yılmaz Erdoğan’ın Ankara şiiri var, onu dinleyince de Ankara’yı sevmememden dolayı bir suçluluk duyar gibi oluyorum, öyle hüzünlü anlatmış ki :) ama değişmiyorum ne yazık ki..Çok uzatmamalı, ayıp olmasın Ankara’ya. Velhasılı kelam biletimi aldım, çarşamba yolcuyum.   

   Sevgiyle kalın!

Öyle Bir Rabb'in Kuluyuz Ki!

…Ki O Nil nehrinin dibindeki taşın içindeki kurdun bile rızkını veren bir Rabb!
     Hz. Musa bir gün Nil nehrinin kıyısında otururken diyor ki : “Ya Rabbi! Sen o kadar çok kuluna nasıl rızk veriyorsun?” Bunun üstünde Rabb’den nail oluyor: “Nil’e dal, dibinden bir taş al, kır ve içine bak.” Hz.Musa dediğini aynen yapınca görüyor ki taşın içinde bir kurt var ve kurdun önünde yeşil bir yaprak. Ve böylece gördüğünden daha da çoğuna rızk veren bir Rabb’i olduğunu görüyor..
     Düşünmüyoruz, farkına varamıyoruz  bu yüzden.. O inanın bizi bizden çok çok çoo..k daha fazla düşünüyor da biz şer için çabalıyoruz sanki. İsra suresindeki ayet geldi aklıma böyle deyince: “İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister.İnsan pek acelecidir.” Hayrı ve şerri (bizim için için hayırlı olan ya da şerli olandan bahsediyorum, belirli şeyler değil tabi ki.) biz bilemediğimiz halde bazen öyle acele ediyoruz ki kararlarımızda, dualarımızda, isteklerimizde..’Bu olsaydı süper olcaktı, ne olurdu olsaydı sanki!’ demelerimiz çoğalabiliyor bazen. Ama unutma!Gerçekten bilmiyorsun. Rabb’in biliyor senin için hayırlı olanı ve vermiştir ya da verecektir de zaten sana. Kula ahirette beklemediği bir güzellik sunulduğunda şaşırırmış, ben bunu istemedim ki diye.O zaman melekler dermiş ki: ‘Sen bunu dünyada istemiştin de isteğin yerine gelmemişti.’ Bunun üstüne kul dermiş ki: ‘Keşke tüm istediklerim burada verilseydi.’ Dualarımıza icabet edilmiyor diye üzülmeyelim, bellki de orda verilecektir, baksanıza öylesi daha güzel :) Yine nerden girdim nerden çıktım görüyor musun bak!Affola!Rızık derken duadan çıktım, bu sıralar dua üzerinde çok düşündüğümden olsa gerek..
     Dua edebilmek de bize verilen manevi bir rızk olsa gerek diye düşünüyorum, konuları da bağladıktan sonra
susma vakti:) duayla..

Kalp sevmekten yorulur mu?

 Geçen gün TV izlerken Vehbi Vakkasoğlu bir programa katılmış ona rastladım.’Kalp Sevmekten Yorulmaz’ diye bir kitabı varmış, duymamıştım açıkçası, sunucu ‘kalp sevmekten yorulur mu?’ diye sordu, ilgimi çekti dinledim. Şöyle dedi: ‘Kalp sevmekten yorulmaz, eğer sevdiği Hakk ise.’ Ve ekledi.. ‘Beni arayıp soruyorlar, ben birini çok sevmiştim ama beni bıraktı gitti ben yoruldum artık, hani kalp sevmekten yorulmazdı diyorlar, bir insan duyulan sevgi O’nun rızasında olursa ancak kalbi yormaz diyorum.’ dedi..
    Çok hoşuma gitti doğrusu, kendimi de bu açıdan sorguya çekme fırsatı doğdu.Çok seviyorum dediğimiz insanlarla bazen öyle şeyler yaşıyoruz ki yeter diyebiliyoruz, işte bu noktada sevgimizi sorgulamalıyız sanırım, bencilce bir sevgi mi bu? O’nun rızasını dahil ettiğimiz bir sevgimi? Kalbimizi yormamalı, o bize lazım değil mi efendim =) “Bilesiniz!Vücutta bir et parçası vardır, bu sıhhatli oldu mu vücudun tamamı sıhhatlidir.Bozuldu mu vücudun tamamı sıhhatini kaybeder.İşte bu parça Kalptir!” hadisi aklıma geldi birden, önemini Efendimiz(s.a.v) de vurgulamış. Ee o halde bana daha fazla laf düşmez! Kalbimizi yormayacak sevgilerle kalalım inşallah…

19 Aralık 2010 Pazar

Marifet deveyle aynı yöne gidebilmekte.

  Mecnun bir gün Leyla’sını çok özler ve devesiyle düşer yola. Gider, gider fakat yorgunlukla uyku bastırır, uyuklarken devesi yavrusunun olduğu şehre geri döner farkına varmadan. Derken, tekrar yola düşer Mecnun..Yine aynı şekilde uyku bastırır ve deve döner ve sonunda devesinden vazgeçer kendi ayaklarıyla gitmeye karar verir.
   Deveye farklı yönlerdeki iki sevgi fazla gelmiştir.İşte bir kalpte iki sevgi olması durumu böyle birşey. Marifet İKİ sevgiyi TEK’e indirebilmekte ve O’na yönelebilmekte!

Ramazan Notları -2-

 İftar telaşı..
 Yine annemi bir iftar telaşı sardı ki sormayın. Sabah kalkar kalkmaz oturttu beni mantının başına :) Mantı da çok lezzetli oluyor ama çok da zahmetli,3 saat sürdü..neyse yine daldan dala atlamayı başarıyorum. İftarları çok seviyorum, Ramazana renk katıyorlar, sünnet de zaten ama beni düşündüren iftarlarda yapılan dolu dolu, lezzetli, bol yemekler..Bunda düşündürecek ne var, ne güzel işte diyebilirsiniz. Şu aklıma takılıyor; Ramazan fakirlerin halini anlamamız için bir fırsat diye düşünürken iftar vakti o kadar yemeğin arasında gündüzki halimizi zaten unutuyoruz. Bir tarafta iftar yapacak şey bulamayanlar varken, biz yemek seçemiyoruz, ‘ay şiştim, rahatsız oldum’ diyebiliyoruz.. Sanırım o anda da ilk aklımıza gelecek olan şükür olmalı. ‘Her nimetin şükrü kendi cinsindendir.’     diye düşünecek olursak da şükrümüz iftar yapacak şey bulamayanlara o bizim seçemediğimiz yemeklerden sunmak olur diye düşünüyorum. Bol şükürlü iftarlar..

17 Ağustos 1999

 Ve sonrası…
  9 yaşındaydım ve o zamana kadar depreme dair hiçbir şey bilmiyordum. Haliyle saat 3.00 civarı duyduğum sesler ve hissettiğim duyguların bir deprem belirtisi olduğunu anlayamadım, kıyamet kopuyr sanıyordum taa ki babam odaya babanemi almaya gelip, sakin olun deprem oluyor diyene kadar..O günden sonra baya bir iyi tanıdık depremi, artçı sarsıntılar ve peşine 12 Kasım ..bizim evimize de aileme de hiçbirşey olmadı çok şükür ama yakınlarımızı kaybettik, sevdiklerim sevdiklerini kaybetti..böyle olunca depremin izlerinin tamamen silindiğini söylemek anlamsız oluyor haliyle..

  Dün depremin 11. yıldönümüydü ve bize sadece düne özgü değil, her zaman kaybettiklerimize birer Fatiha okumak düşüyor, ruhlarına Fatiha …

Ramazan Notları -1-

  Bir Ramazan daha geldi yine, hoşgeldi! Geldi de geçiyor bile, 7 gününü geride bıraktık.. Havalar sıcak, günler uzun oruç tutmak zor derken aklıma sadece midemize değil tüm azalarımıza oruç tutturmamız gerektiği geldi ve bunun daha da zor olduğuna kanaat getirdim..annem hep der kardeşime :’yavrum sadece ağzına oruç tutturma, şunu yap bunu yap’ diye de, öyle duyduğunda insan pek idrak edemiyor :) annem herşeyde çok fazla konuştuğu için mi nedendir bilmiyorum, bazen söylediklerinin tesirini göremiyorum. Nerden nereye atladım, velhasılı kelam orucu tüm azalara tutturmalı diyordum.. işte bunu düşününce her Ramazan sonrası sendromunda olduğu gibi, ‘ah bu Ramazanda da sunları yapamadım, değerlendiremedim’ dememek için birşeyler yapmalı diye düşünüyorum :) bir düşünelim bakalım, en verimli şekilde nasıl değerlendirebiliriz..?

'Hoş'geldin.

 Uzun zamandır planladığım fakat bir türlü ilk adımı atamadığım ilk blog deneyimime hoşgeldiniz :) aslında biraz da fotoğraf makinama kavuşamayışım bu ertelemeye sebepti, ee artık makinama kavuştuğuma göre bir adım atmalı dedim ve başlıyorum.. Blogumda neler bulacağınızı merak mı ediyorsunuz? Peki…söyleyeyim o zaman : beğendiğim yazılardan alıntılarla, eleştirilerimi, ilginç gelen haberleri, bazen ruh halimin yansımalarını, el emeği göz nuru faaliyetlerimi veee objektifimden sevdiğim kareleri..umarım ilginizi çeken konularda faydalı, en azından yüzünüze gülümseme verebilecek paylaşımlar olur..haydi bismillah diyeyim o halde!